11 Kasım 2013 Pazartesi

Kitap – “İzmler Sanatı Anlamak”


Sanat akımlarını doğuran bir ülke olmadığımız için, sanat akımlarını işin piirleri ve sanatseverler dışında biz dünyalılar çoğu zaman anlamakta zorlanıyoruz. Kübizm, Barok, Gotik, Post Modern kelimeleri havalarda uçuşuyor ve bizde aklımızın bir kenarında gördüklerimizle, duyduklarımızla anlam vermeye, canlandırmaya çalışıyoruz. Özellikle yurtdışına seyahat ettiğimiz zaman; ki öncelikli tercih edilen ülkeler, şehirler ( Paris, Viyana, Prag, Barselona, Roma, Milano, Madrid vb gibi) mutlaka bir sanat akımının doğduğu yer olmuş oluyor; dolayısıyla memleketin “görülmesi gereken yerler”ini gezdiğimizde bir akıma referans veriyor; ve bizde boş gözlerle bakıyoruz.

İşte bu yüzden önereceğim bu kitapla tüm ezilip büzülmelerimiz, kafa karışıklığımız gidecek. Bu kitabı benim gibi müze, katedral vb gezmeyi seven bir arkadaşımda gördüm, şöyle bir karıştırdığımda çok net ve özet ama doyurucu bir rehber olduğunu farkedip, hemen aldım.
Gelmiş geçmiş tüm akımları kronolojik sırada bir çırpıda, anlaşılabilir bir şekilde özetleyen, akımın öncülerinin isimlerinin yer aldığı, görsel örneklerini içerdiği, hangi müzede, hangi şehirde örneklerinin görülebileceğini anlatan bir kitap.  Bazı kitap eleştirmenlerine göre eksik ve bazı yanlış bilgilere, çeviri hatalarına sahip olduğunu, ve en önemlisi sadece Batı akımlarını ele aldığı hakkında eleştirilmiştir. Ancak bana kalırsa sanata giriş ve temel bilgiler anlamında kitap yeterldir. Daha fazla bilgi edinmek isteyenler mutlaka daha detaylı sanat tarihi kitaplarına zaten yöneleceklerdir.

Size tavsiyem öncesinde şöyle bir göz gezdirmeniz, şayet bir geziye katılacaksanız da o şehrin sanat akımlarını öğrenip tekrar kitaba dönmek anlamanızı kolaylaştıracaktır. Böylece bir yeri, tabloyu, heykeli gördüğünüzde gurur dolu ifadelerle yanınızdakine hava atabilirsiniz. J

Kitabı alabileceğiniz online kitapçılar;
D&R http://www.dr.com.tr/Kitap/Izmler-Sanati-Anlamak/Stephen-Little/Sanat-Tasarim/Sanat-Tarihi-ve-Kurami/urunno=0000000219637

KITAP YURDU http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=112963

9 Kasım 2013 Cumartesi

İkinci El Vs Vintage


Her ikinci el parça vintage değil, her vintage parça da ikinci el değil. Bu ayrımı “vintage” kavramı çıktığından beri tüm dergiler, bloglar, moda programları anlattı ama hala ne demek olduğunu bilmeyenler için bir kere daha yazalım dedik.

Vintage terimi esasında yüksek kaliteli ve pahalı şarapların çıktığı hasat yılını tanımlamak için kullanılan bir terim. Sonrasında, bu moda terimi olarak hayatımıza girdi ve herkesin diline dolandı. Buna göre; nasıl ki şarap eskidikçe kıymetli oluyorsa; kaliteli ve zamanında ikon / kült olmuş parçaların tasarlandığı yıllar ve o parçalar bugün vintage olarak anılmaya başlandı.
Esasında, vintage kavramı son 10 yılda bir pazarlama stratejisi olarak ortaya çıkmış ve vintage olarak adlandırılan parçalar erişilmesi zor parçalar ve daha değerli parçalar olmuş; böylece daha pahalıya satılmaya başlanmıştır. Vintage olarak adlandırılan parçanın kullanılmış olması değerini düşürmüyor, aksine dönemin simgleleri tarafından giyilmişse şayet daha da kıymetli oluyor.
 
Avrupa'da, Amerika'da, belki Uzak Doğu'da 2. el eşya satan mağazalar çok yaygın; bunlara eklenen bir de vintage butikler var. Fakat dış görünüşe çok önem veren bir toplum olduğumuz için ülkemizde bu mağazalar çok yaygın değil; bir tek İstanbul Nişantaşı’nda ikonlarımız tarafından açılan vintage butikler var. Başka bir deyişle İstanbul’da vintage giymek çok moda; tüm dergilerin sokak modası çekimlerinde göreceksiniz; “çantam miu miu, tshirt’um de vintage, eteğim şu ama paltom vintage”. Halbuki gayet de 2. El, ama vintage daha pahalı ya, daha popüler ya, kimsenin bu da 2. El dediğini görmedim, hepsi vintage maşallah. Şayet vintage ise, markasının, bazen de yılının söylenmesi gerekiyor; ki o kadar para verdikten sonra her halükarda markasını söyleyecek bir milletiz biz. Örneğin; 2013 Met Gala ‘da Ashley Olsen vintage Dior, Mary Kate Olsen vintage Channel giymiş, ve basında böyle lansedilmiştir. Yanı, kuru kuru vintage giymiştir denmez; deniliyorsa da bilin ki vintage değil.
 
Diyeceğim o ki, 2. El, yada annenizin, anneannenizin, neyse işte,  parçalarını giyip vintage demeyiniz ama giyiniz. Ne de olsa moda dediğimiz şey bir tarih tekerrürü.





8 Kasım 2013 Cuma

Bursa’da Senfoni Dinlenir mi?


Dün akşam Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrasının Atatürk’ü Anma konserine gittik. Çellistanbul isimli 4 kişiden oluşan çellist bir grup ve flüt sanatçısı ilk yarıda konser verdiler.

Ankara’dayken Seramik hocam ( Ödül Işıtman) zorla bizi baleye, operaya, senfoniye gönderirdi; göndermekle kalmaz biletleri isterdi bizden, gittiğimizden emin olmak için (arada başkalarından da toplamadık değil).  Ailede öyle klasik müzik seven biri olmadığına göre, kulak aşina değil, sıkıcı geliyor; ama zamanla alıştıkça hoşuna gitmeye, anlamlar vermeye başlıyorsun. Işıklar Askeri Lisesi’nden bir grup öğrenci de muhtemelen aynı şekilde ordalardı, onları görünce Ödül hocam aklıma geldi ve içimden bir teşekkür gönderdim.

Bursa’ya dönünce maalesef bu alışkanlık devam etmedi; sevgili kocam sevmiyor, çoğu insan da ayda yılda bir gitmeyi tercih ediyor, zaten gelebilecek insan sayısı etrafımda çok az; kısacası / maalesef alışkanlık olmaktan çıktı. Ama olsun hiç yoktan iyidir deyip kendimi de avutuyorum.

Gelelim konsere; ben flüt bestelerini sevmem ve sololar da favorim değil; daha çok tüm enstrümanların dahil olduğu besteleri severim. Çellistanbul bence güzel bir performanstı, yanılmıyorsam geçen sene de gelmişlerdi; program dışına çıkıp Bach’ın bir bestesini uyarlama yapmışlar, dinlemeye değerdi. 4 -5 besteyi de program dışına çıkıp çaldılar; içlerinden sürükleyici olanları da yok değildi.

Atatürk’ü Anma konseri olduğu için açıkçası beklentim Atatürk’ün sevdiği şarkılar gibiydi. Yani adı başka bir şey de olsa yine giden giderdi, o yüzden konser ismi anlamsız geldi ama vardır mutlaka bir bildikleri diyorum.
Merinos Kültür Merkezi’nde küçük salondaydı, toplasan 200 kişiyi geçmezdi. Üzücü tabii. Aynı kongre merkezindeki büyük salonları O ses Türkiye, Yeteneksizsiniz gibi yarışmalar tıklım tıklım dolduruyor ama 2.5 miilyonluk Bursa’dan sadece 200 kişisi Senfoniye geliyor. Elbet toplum kültürünü yadsımıyorum burada, popüler hayat her zaman daha revaçta kabul ediyorum ama 200 kişi de ( ki o kadar bile olmayabilir) senfoniye gelmesi üzücü. Tiyatro’ya götürülen ilkokul çocukları yoktu orada. Ailesi tarafından getirilen yaklaşık 3- 4 çocuk vardı, geri kalan seyircinin yaş ortalaması 45 – 60’tı. Lise gençleri öğretmenler, okullar tarafından organize edilip böyle konserlere getirilebilir, şu sınav, ders stresinden de kurtulurlar, AVM yerine . Biliyorum ilk zamanlar kimse sevmeyecektir, ama içlerinden 10 kişi kazanılsa kardır bana kalırsa.

Açıkçası, bunları gördüğüm zaman üzülüyorum ; kendi kültürümüzü de yaşayalım ama farklı kültürlere de açık olalım istiyorum. Dünyaca kabul görmüş Fazıl Say konserine gitmek için bile eşim dahil hiç kimseyi ikna edemiyorum mesela; insanlar bildiklerinin, sevdiklerinin dışına çıkmak istemiyor çünkü, sıkıyor başka kültür. Ufuk geliştirme, başkasını anlama, özümseme, kabul etme meselesine geliyoruz işte burdan da, o mesele de bir hayli uzar yazarsam.
Kısacası, senfoniye, baleye, operaya gidin, götürün; ve şanlsıyız ki git gide Bursa’da böyle etkinliklerin daha fazla olması sevindirici; o yüzden Bursa’da Senfoni gayet de güzel dinlenir.

http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-bursa.html

 

7 Kasım 2013 Perşembe

Yılbaşı için Kapı Süsü Yapımı




Yeni evimize taşındığımızda eşimin kızkardeşi, eşimin bana hediye ettiği ve benim özenle kuruttuğum gülleri atmamak için onlarla dizayn ettiği bir kapı süsü yaptı; böylece hem kurutulmuş  güllerim atılmamış oldu hem de her akşam kapıda hatıralarımız bizi karşıladı.

Pinterestte dolaşırken noel ve yılbaşı için harika aranjmanlar gördüm; yapabileceğime çok inanmasamda birden gaza geldim ve bir tane deneme yapmaya karar verdim. Fakat sizin de göreceğiniz gibi deneme beklenmedik bir güzelliğe döndü.
Etrafımda olan şeylerden faydalandım, ekstra hiç bir şey gidip satın almadım; ofisimin olduğu yerde kozalaklar vardı onlardan topladım, birkaç kızarmış ve dökülmüş ağaç yaprağı, birkaç yılbaşı süsü, çiçekçiden çok uygun bir meblağa aldığım kurdela, craft kağıt ( kese kağıdı), tarçın çubuğu vb; eşimin iş yerindeki çam ağacından çam dalları, derken elimde 1 saat içinde bir sürü malzeme oluştu.

İlk önce karton / sonra mukavva ile sağlamlaştırdığımız 20 cm iç çapı, 30 cm dış çapı olmak üzere ortası boş bir daire hazırladım. Sonrasında kese kağıdı renginde craft kağıttan gelişi güzel ( tahmini 15- 20 cm *15 – 20 cm) dikdörtgen kağıtlar hazırladım, ve ortasından buruşturarak her birini ayni yöne doğru kartona zımbaladım. Sonrasında da hayal gücünüze göre süsleyin. Yılbaşı konsepti olduğundan dolayı renk seçimi kırmızı, altın sarısı, doğal yeşiller olmalı.
Dışarda bulduğum kozalakları önce tutkalladım, sonra da sime buladım, sim seçimim sarı ve kırmızıydı. Elimdeki kurdelalardan ( geniş kurdela olmasına özen gösterin) birer parça kurdelalar hazırlayıp gelişi güzel silikon tabancasıyla yapıştırdım.

Dikkate etmeniz gereken, bana kalırsa; bir bölümü bitirmeden diğerine geçmeyin. Kafanızda bir bölüm oluşturun, ve onu tamamlamadan diğer bölgelere herhangi bir işlem yapmayın. Dağılırsanız bütünlemek zor olabilir. İkinci bir konu renklerle her seferinde kontrast yaratın, ne demek istiyorum, örneğin 3 – 4 tane kırmızı kurdelayı yan yana, veya üst üste yapıştırdınız, kırmızı tonu kırmak için arasında mutlaka ya altın sarısı kurdela ekleyin, ya altın sarısı bir yılbaşı süsü, yada kırmızıdan zıt bir renk, bir detay kullanın. Bir renk yoğunluğu olursa onu kırıp, dikkati kolay dağıtabilirsiniz.


Tüm konu bütünlüği anlamak, toplam kaç renk kullanacaksınız, hangi malzemeler konsepte uyar belirleyin; örneğin soft renkler çalışıyorsanız saydığım hiçbir malzeme istediğiniz konsepti oluşturmayacak, yada sonbahar konsepti vb. Size diğer bir tavsiyem elinizdeki tüm malzemeleri masanıza sıralayın, hepsini birlikte bir görün, ve öncesinde neyle neyin yakışacağını yan yana getirerek öngörmeye çalışın.

Farklı konseptlerde birkaç kapı süsü daha yapacağım, onları da ayrıca paylaşırım.
Aynı zamanda pinterest adresimde “wreath” board’umdan daha fazla kapı süsü örneği bulabilirsiniz.
http://www.pinterest.com/gulhanvari/wreath/

 

 

 
Yapılışını daha detaylı öğrenmek isterseniz mail atın, yada yorum yazın. Daha fazla resim paylaşabilirim.

 

6 Kasım 2013 Çarşamba

Sex And The City - SATC








Diziye 2008 yılında Almanya’da Erasmustayken yalnızlığımdan kurtulmak için başladım; başlayış o başlayış. Çılgını oldum.
Dizi Candace Bushnell’in 1997 de yazdığı kitaptan bir uyarlama. Birbirinden farklı dört kadının yaşadıkları ilişkilerden, ve moda ile olan tutkularından bahsediliyor. Ana konu tüm duygulsal veya güdüsel aşk, arkadaşlık ilişkileri. 1998 – 2004 arasında toplam 6 sezon çekildi, 5. Sezon harici tüm sezonlar 25 bölümden oluşuyor ve her biri yaklaşık 45 dk sürüyor. 5. Sezon’un kısa sürmesi SATC’nin ana karakteri Carrie Bradshaw – Sarah Jessica Parker ( SJP)’ın ilk hamileliği.

Carrie’nin 6 sezon sonrasında Mr. Big’e kavuşmasından sonra herkes dizinin devam etmesini çok istedi ama olmadı, yapımcılar onun yerine SATC The Movie ( 2008) filmini çektiler, ve 6 sezon boyunca aşkını bulmak için çeşitli yollardan, zorluklardan, haya kırıklıklarından geçen iki kişinin, vuslattan sonraki hallerini anlatıyorlar. Yine Mr. Big dramları yaşanıyor filmde. SATC The Movie çok sevilince sonrasında da evliliği anlatan ve dramdan uzak ikinci film çekildi ( 2010).

Bana kalırsa her kadının; ilişkileri anlamak, erkekleri çözmek için mutlaka seyretmesi gereken bir dizi. Öyle replikleri var ki diziyi seyreden her kadının ortak dili haline dönüştü. Türkiye’de Romantik Komedi filmi SATC’den esinlenerek hazırlanmış; hatta bazı replikleri, sahneleri birebir filme aktarılmıştır. 

SATC’nin ana karakteri Carrie Bradshaw – Sarah Jessica Parker ( SJP)’ın ilk dönemlerini ( ergenlik, Universite, New York’a taşınması, Moda ile tanışması vb.) anlatan The Carrie Diaries’in şu anda 2. Sezonu CNBC –e’de yayınlananıyor.  Carrie dizisi de Candace Bushnell’in ayndı adlı romanından uyarlama. Ama bana kalırsa bir fiyasko. Niye? SATC tutkunu olan benim gibi herkes neredeyse tüm karakterlerinin geçmişe ilişkin tüm detaylarına haizler. Neden haizler? Çünkü dizinin bölümleri bitince bir daha dizinin yüzüne bakılmıyor değil; bizim evde kocacık yoksa her daim bir bölümü bazen de bir sezonu tekrar tekrar izlenir. Yada ilişkinde benzer bir olay yaşadıysan, bu olayın yaşandığı bölümü açar izlersin, bazen sırf ağlamak için bazen sırf gülmek, eğlenmek için. O yüzden tüm diyaloglar ezberdedir. Neyse, The Carrie Diaries’e dönelim, SATC de bahsedilen ve kronolojik olarak The Carrie Diaries’de olması gereken önemli detaylar farklı aksettiriliyor ayda aksettirilmiyor. Misal, SATC deki Carrie’nin aile ilişkileri ciddi anlamda kopuk, anne, baba kardeş figürü neredeyse 6 sezon ve 2 film boyunca asla ve asla hissedilmiyor, ama The Carrie Diaries’deki Carrie aile düşkünü muhafazakar bir kız. SATC’deki Carrie asla muhafazakar olmadı, olmamıştır. Kadın sex ve ilişkiler hakkında köşe yazıyor dahası var mı? Bunun gibi daha bir sürü ayrıntı var.

Diziyi, moda dizisi yapan ve karakterleri ikonlaştıran en önemli unsur da dizinin styling’ini yapan Patricia Field. Onun sayesinde bir dönem nasıl ikon olunacağını öğrendi. (Bununla ilgili ayrıca yazacağım). Kendisi, birbirinden farklı her kadını o kadar iyi özümsemiş ve anlamış ki; bir kombin gördüğünüzde hangi karakterin olduğunu çok rahat anlarsınız. Carrie eklektik bir tarza sahipken, Samantha cüretkar, Charlotte postmodern muhafazakar, Mirranda dominant bir tarza sahip.
 
Dizinin en unutulumazları da Manolo Blahnik ayakkabıları. Markanın yükselmesine sebep olan en önemli unsurlardan biri, SATC The Movie’nin sonunda Mr. Big’in Carrie’ye evlenme teklifi ettiği Manolo’lar 2 saat içinde tüm Amerikada tükenmişti.
 

Dizide o kadar çok kült olmuş detay var kı hepsinden bahsetmek istiyorum ama yazı git gide uzadı, ne yapacağımı bilemedim. Ama en son meşhur Cosmopolitan kokteylinden bahsedicem. Dört kadının elinden asla ve asla düşürmedikler yegane kokteyl bu; hatta Almanya’da filmin galası olmuştu nacizane Erasmus kasabamda, öyle ünlü falan gelmedi ama filme girmeden evvel ufak kadehlerde gelenlere Cosmopolitan dağıtmışlardı. O gün verilen kitapçığı da hala saklarım.

Velhasıl bayanlar, seyretmenizi ısrarla tavsiye ediyorum. Benim gibi tutkunu olacaksınız.


Kitap;
Candace Bushnell  Sex and The City :     10.99 TL    The Carrie Diaries:              14.51 TL

Film;
Michael Patrick King  Sex And The City II               DVD:                       8.99 TL              Blu Ray:                   17.99 TL

Dizi; Sezon 2,3,4, DVD :        26.99 TL Sezon 6 DVD :          53.99 TL 
                *Diğer sezonları online bulamadım.

 Müzik CD;                                                               16.49 TL
*Fiyatlar D&R Online Fiyatıdır, alternatif bulunabilir.