11 Kasım 2013 Pazartesi

Kitap – “İzmler Sanatı Anlamak”


Sanat akımlarını doğuran bir ülke olmadığımız için, sanat akımlarını işin piirleri ve sanatseverler dışında biz dünyalılar çoğu zaman anlamakta zorlanıyoruz. Kübizm, Barok, Gotik, Post Modern kelimeleri havalarda uçuşuyor ve bizde aklımızın bir kenarında gördüklerimizle, duyduklarımızla anlam vermeye, canlandırmaya çalışıyoruz. Özellikle yurtdışına seyahat ettiğimiz zaman; ki öncelikli tercih edilen ülkeler, şehirler ( Paris, Viyana, Prag, Barselona, Roma, Milano, Madrid vb gibi) mutlaka bir sanat akımının doğduğu yer olmuş oluyor; dolayısıyla memleketin “görülmesi gereken yerler”ini gezdiğimizde bir akıma referans veriyor; ve bizde boş gözlerle bakıyoruz.

İşte bu yüzden önereceğim bu kitapla tüm ezilip büzülmelerimiz, kafa karışıklığımız gidecek. Bu kitabı benim gibi müze, katedral vb gezmeyi seven bir arkadaşımda gördüm, şöyle bir karıştırdığımda çok net ve özet ama doyurucu bir rehber olduğunu farkedip, hemen aldım.
Gelmiş geçmiş tüm akımları kronolojik sırada bir çırpıda, anlaşılabilir bir şekilde özetleyen, akımın öncülerinin isimlerinin yer aldığı, görsel örneklerini içerdiği, hangi müzede, hangi şehirde örneklerinin görülebileceğini anlatan bir kitap.  Bazı kitap eleştirmenlerine göre eksik ve bazı yanlış bilgilere, çeviri hatalarına sahip olduğunu, ve en önemlisi sadece Batı akımlarını ele aldığı hakkında eleştirilmiştir. Ancak bana kalırsa sanata giriş ve temel bilgiler anlamında kitap yeterldir. Daha fazla bilgi edinmek isteyenler mutlaka daha detaylı sanat tarihi kitaplarına zaten yöneleceklerdir.

Size tavsiyem öncesinde şöyle bir göz gezdirmeniz, şayet bir geziye katılacaksanız da o şehrin sanat akımlarını öğrenip tekrar kitaba dönmek anlamanızı kolaylaştıracaktır. Böylece bir yeri, tabloyu, heykeli gördüğünüzde gurur dolu ifadelerle yanınızdakine hava atabilirsiniz. J

Kitabı alabileceğiniz online kitapçılar;
D&R http://www.dr.com.tr/Kitap/Izmler-Sanati-Anlamak/Stephen-Little/Sanat-Tasarim/Sanat-Tarihi-ve-Kurami/urunno=0000000219637

KITAP YURDU http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=112963

9 Kasım 2013 Cumartesi

İkinci El Vs Vintage


Her ikinci el parça vintage değil, her vintage parça da ikinci el değil. Bu ayrımı “vintage” kavramı çıktığından beri tüm dergiler, bloglar, moda programları anlattı ama hala ne demek olduğunu bilmeyenler için bir kere daha yazalım dedik.

Vintage terimi esasında yüksek kaliteli ve pahalı şarapların çıktığı hasat yılını tanımlamak için kullanılan bir terim. Sonrasında, bu moda terimi olarak hayatımıza girdi ve herkesin diline dolandı. Buna göre; nasıl ki şarap eskidikçe kıymetli oluyorsa; kaliteli ve zamanında ikon / kült olmuş parçaların tasarlandığı yıllar ve o parçalar bugün vintage olarak anılmaya başlandı.
Esasında, vintage kavramı son 10 yılda bir pazarlama stratejisi olarak ortaya çıkmış ve vintage olarak adlandırılan parçalar erişilmesi zor parçalar ve daha değerli parçalar olmuş; böylece daha pahalıya satılmaya başlanmıştır. Vintage olarak adlandırılan parçanın kullanılmış olması değerini düşürmüyor, aksine dönemin simgleleri tarafından giyilmişse şayet daha da kıymetli oluyor.
 
Avrupa'da, Amerika'da, belki Uzak Doğu'da 2. el eşya satan mağazalar çok yaygın; bunlara eklenen bir de vintage butikler var. Fakat dış görünüşe çok önem veren bir toplum olduğumuz için ülkemizde bu mağazalar çok yaygın değil; bir tek İstanbul Nişantaşı’nda ikonlarımız tarafından açılan vintage butikler var. Başka bir deyişle İstanbul’da vintage giymek çok moda; tüm dergilerin sokak modası çekimlerinde göreceksiniz; “çantam miu miu, tshirt’um de vintage, eteğim şu ama paltom vintage”. Halbuki gayet de 2. El, ama vintage daha pahalı ya, daha popüler ya, kimsenin bu da 2. El dediğini görmedim, hepsi vintage maşallah. Şayet vintage ise, markasının, bazen de yılının söylenmesi gerekiyor; ki o kadar para verdikten sonra her halükarda markasını söyleyecek bir milletiz biz. Örneğin; 2013 Met Gala ‘da Ashley Olsen vintage Dior, Mary Kate Olsen vintage Channel giymiş, ve basında böyle lansedilmiştir. Yanı, kuru kuru vintage giymiştir denmez; deniliyorsa da bilin ki vintage değil.
 
Diyeceğim o ki, 2. El, yada annenizin, anneannenizin, neyse işte,  parçalarını giyip vintage demeyiniz ama giyiniz. Ne de olsa moda dediğimiz şey bir tarih tekerrürü.





8 Kasım 2013 Cuma

Bursa’da Senfoni Dinlenir mi?


Dün akşam Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrasının Atatürk’ü Anma konserine gittik. Çellistanbul isimli 4 kişiden oluşan çellist bir grup ve flüt sanatçısı ilk yarıda konser verdiler.

Ankara’dayken Seramik hocam ( Ödül Işıtman) zorla bizi baleye, operaya, senfoniye gönderirdi; göndermekle kalmaz biletleri isterdi bizden, gittiğimizden emin olmak için (arada başkalarından da toplamadık değil).  Ailede öyle klasik müzik seven biri olmadığına göre, kulak aşina değil, sıkıcı geliyor; ama zamanla alıştıkça hoşuna gitmeye, anlamlar vermeye başlıyorsun. Işıklar Askeri Lisesi’nden bir grup öğrenci de muhtemelen aynı şekilde ordalardı, onları görünce Ödül hocam aklıma geldi ve içimden bir teşekkür gönderdim.

Bursa’ya dönünce maalesef bu alışkanlık devam etmedi; sevgili kocam sevmiyor, çoğu insan da ayda yılda bir gitmeyi tercih ediyor, zaten gelebilecek insan sayısı etrafımda çok az; kısacası / maalesef alışkanlık olmaktan çıktı. Ama olsun hiç yoktan iyidir deyip kendimi de avutuyorum.

Gelelim konsere; ben flüt bestelerini sevmem ve sololar da favorim değil; daha çok tüm enstrümanların dahil olduğu besteleri severim. Çellistanbul bence güzel bir performanstı, yanılmıyorsam geçen sene de gelmişlerdi; program dışına çıkıp Bach’ın bir bestesini uyarlama yapmışlar, dinlemeye değerdi. 4 -5 besteyi de program dışına çıkıp çaldılar; içlerinden sürükleyici olanları da yok değildi.

Atatürk’ü Anma konseri olduğu için açıkçası beklentim Atatürk’ün sevdiği şarkılar gibiydi. Yani adı başka bir şey de olsa yine giden giderdi, o yüzden konser ismi anlamsız geldi ama vardır mutlaka bir bildikleri diyorum.
Merinos Kültür Merkezi’nde küçük salondaydı, toplasan 200 kişiyi geçmezdi. Üzücü tabii. Aynı kongre merkezindeki büyük salonları O ses Türkiye, Yeteneksizsiniz gibi yarışmalar tıklım tıklım dolduruyor ama 2.5 miilyonluk Bursa’dan sadece 200 kişisi Senfoniye geliyor. Elbet toplum kültürünü yadsımıyorum burada, popüler hayat her zaman daha revaçta kabul ediyorum ama 200 kişi de ( ki o kadar bile olmayabilir) senfoniye gelmesi üzücü. Tiyatro’ya götürülen ilkokul çocukları yoktu orada. Ailesi tarafından getirilen yaklaşık 3- 4 çocuk vardı, geri kalan seyircinin yaş ortalaması 45 – 60’tı. Lise gençleri öğretmenler, okullar tarafından organize edilip böyle konserlere getirilebilir, şu sınav, ders stresinden de kurtulurlar, AVM yerine . Biliyorum ilk zamanlar kimse sevmeyecektir, ama içlerinden 10 kişi kazanılsa kardır bana kalırsa.

Açıkçası, bunları gördüğüm zaman üzülüyorum ; kendi kültürümüzü de yaşayalım ama farklı kültürlere de açık olalım istiyorum. Dünyaca kabul görmüş Fazıl Say konserine gitmek için bile eşim dahil hiç kimseyi ikna edemiyorum mesela; insanlar bildiklerinin, sevdiklerinin dışına çıkmak istemiyor çünkü, sıkıyor başka kültür. Ufuk geliştirme, başkasını anlama, özümseme, kabul etme meselesine geliyoruz işte burdan da, o mesele de bir hayli uzar yazarsam.
Kısacası, senfoniye, baleye, operaya gidin, götürün; ve şanlsıyız ki git gide Bursa’da böyle etkinliklerin daha fazla olması sevindirici; o yüzden Bursa’da Senfoni gayet de güzel dinlenir.

http://www.devtiyatro.gov.tr/programlar-sehirler-bursa.html

 

7 Kasım 2013 Perşembe

Yılbaşı için Kapı Süsü Yapımı




Yeni evimize taşındığımızda eşimin kızkardeşi, eşimin bana hediye ettiği ve benim özenle kuruttuğum gülleri atmamak için onlarla dizayn ettiği bir kapı süsü yaptı; böylece hem kurutulmuş  güllerim atılmamış oldu hem de her akşam kapıda hatıralarımız bizi karşıladı.

Pinterestte dolaşırken noel ve yılbaşı için harika aranjmanlar gördüm; yapabileceğime çok inanmasamda birden gaza geldim ve bir tane deneme yapmaya karar verdim. Fakat sizin de göreceğiniz gibi deneme beklenmedik bir güzelliğe döndü.
Etrafımda olan şeylerden faydalandım, ekstra hiç bir şey gidip satın almadım; ofisimin olduğu yerde kozalaklar vardı onlardan topladım, birkaç kızarmış ve dökülmüş ağaç yaprağı, birkaç yılbaşı süsü, çiçekçiden çok uygun bir meblağa aldığım kurdela, craft kağıt ( kese kağıdı), tarçın çubuğu vb; eşimin iş yerindeki çam ağacından çam dalları, derken elimde 1 saat içinde bir sürü malzeme oluştu.

İlk önce karton / sonra mukavva ile sağlamlaştırdığımız 20 cm iç çapı, 30 cm dış çapı olmak üzere ortası boş bir daire hazırladım. Sonrasında kese kağıdı renginde craft kağıttan gelişi güzel ( tahmini 15- 20 cm *15 – 20 cm) dikdörtgen kağıtlar hazırladım, ve ortasından buruşturarak her birini ayni yöne doğru kartona zımbaladım. Sonrasında da hayal gücünüze göre süsleyin. Yılbaşı konsepti olduğundan dolayı renk seçimi kırmızı, altın sarısı, doğal yeşiller olmalı.
Dışarda bulduğum kozalakları önce tutkalladım, sonra da sime buladım, sim seçimim sarı ve kırmızıydı. Elimdeki kurdelalardan ( geniş kurdela olmasına özen gösterin) birer parça kurdelalar hazırlayıp gelişi güzel silikon tabancasıyla yapıştırdım.

Dikkate etmeniz gereken, bana kalırsa; bir bölümü bitirmeden diğerine geçmeyin. Kafanızda bir bölüm oluşturun, ve onu tamamlamadan diğer bölgelere herhangi bir işlem yapmayın. Dağılırsanız bütünlemek zor olabilir. İkinci bir konu renklerle her seferinde kontrast yaratın, ne demek istiyorum, örneğin 3 – 4 tane kırmızı kurdelayı yan yana, veya üst üste yapıştırdınız, kırmızı tonu kırmak için arasında mutlaka ya altın sarısı kurdela ekleyin, ya altın sarısı bir yılbaşı süsü, yada kırmızıdan zıt bir renk, bir detay kullanın. Bir renk yoğunluğu olursa onu kırıp, dikkati kolay dağıtabilirsiniz.


Tüm konu bütünlüği anlamak, toplam kaç renk kullanacaksınız, hangi malzemeler konsepte uyar belirleyin; örneğin soft renkler çalışıyorsanız saydığım hiçbir malzeme istediğiniz konsepti oluşturmayacak, yada sonbahar konsepti vb. Size diğer bir tavsiyem elinizdeki tüm malzemeleri masanıza sıralayın, hepsini birlikte bir görün, ve öncesinde neyle neyin yakışacağını yan yana getirerek öngörmeye çalışın.

Farklı konseptlerde birkaç kapı süsü daha yapacağım, onları da ayrıca paylaşırım.
Aynı zamanda pinterest adresimde “wreath” board’umdan daha fazla kapı süsü örneği bulabilirsiniz.
http://www.pinterest.com/gulhanvari/wreath/

 

 

 
Yapılışını daha detaylı öğrenmek isterseniz mail atın, yada yorum yazın. Daha fazla resim paylaşabilirim.

 

6 Kasım 2013 Çarşamba

Sex And The City - SATC








Diziye 2008 yılında Almanya’da Erasmustayken yalnızlığımdan kurtulmak için başladım; başlayış o başlayış. Çılgını oldum.
Dizi Candace Bushnell’in 1997 de yazdığı kitaptan bir uyarlama. Birbirinden farklı dört kadının yaşadıkları ilişkilerden, ve moda ile olan tutkularından bahsediliyor. Ana konu tüm duygulsal veya güdüsel aşk, arkadaşlık ilişkileri. 1998 – 2004 arasında toplam 6 sezon çekildi, 5. Sezon harici tüm sezonlar 25 bölümden oluşuyor ve her biri yaklaşık 45 dk sürüyor. 5. Sezon’un kısa sürmesi SATC’nin ana karakteri Carrie Bradshaw – Sarah Jessica Parker ( SJP)’ın ilk hamileliği.

Carrie’nin 6 sezon sonrasında Mr. Big’e kavuşmasından sonra herkes dizinin devam etmesini çok istedi ama olmadı, yapımcılar onun yerine SATC The Movie ( 2008) filmini çektiler, ve 6 sezon boyunca aşkını bulmak için çeşitli yollardan, zorluklardan, haya kırıklıklarından geçen iki kişinin, vuslattan sonraki hallerini anlatıyorlar. Yine Mr. Big dramları yaşanıyor filmde. SATC The Movie çok sevilince sonrasında da evliliği anlatan ve dramdan uzak ikinci film çekildi ( 2010).

Bana kalırsa her kadının; ilişkileri anlamak, erkekleri çözmek için mutlaka seyretmesi gereken bir dizi. Öyle replikleri var ki diziyi seyreden her kadının ortak dili haline dönüştü. Türkiye’de Romantik Komedi filmi SATC’den esinlenerek hazırlanmış; hatta bazı replikleri, sahneleri birebir filme aktarılmıştır. 

SATC’nin ana karakteri Carrie Bradshaw – Sarah Jessica Parker ( SJP)’ın ilk dönemlerini ( ergenlik, Universite, New York’a taşınması, Moda ile tanışması vb.) anlatan The Carrie Diaries’in şu anda 2. Sezonu CNBC –e’de yayınlananıyor.  Carrie dizisi de Candace Bushnell’in ayndı adlı romanından uyarlama. Ama bana kalırsa bir fiyasko. Niye? SATC tutkunu olan benim gibi herkes neredeyse tüm karakterlerinin geçmişe ilişkin tüm detaylarına haizler. Neden haizler? Çünkü dizinin bölümleri bitince bir daha dizinin yüzüne bakılmıyor değil; bizim evde kocacık yoksa her daim bir bölümü bazen de bir sezonu tekrar tekrar izlenir. Yada ilişkinde benzer bir olay yaşadıysan, bu olayın yaşandığı bölümü açar izlersin, bazen sırf ağlamak için bazen sırf gülmek, eğlenmek için. O yüzden tüm diyaloglar ezberdedir. Neyse, The Carrie Diaries’e dönelim, SATC de bahsedilen ve kronolojik olarak The Carrie Diaries’de olması gereken önemli detaylar farklı aksettiriliyor ayda aksettirilmiyor. Misal, SATC deki Carrie’nin aile ilişkileri ciddi anlamda kopuk, anne, baba kardeş figürü neredeyse 6 sezon ve 2 film boyunca asla ve asla hissedilmiyor, ama The Carrie Diaries’deki Carrie aile düşkünü muhafazakar bir kız. SATC’deki Carrie asla muhafazakar olmadı, olmamıştır. Kadın sex ve ilişkiler hakkında köşe yazıyor dahası var mı? Bunun gibi daha bir sürü ayrıntı var.

Diziyi, moda dizisi yapan ve karakterleri ikonlaştıran en önemli unsur da dizinin styling’ini yapan Patricia Field. Onun sayesinde bir dönem nasıl ikon olunacağını öğrendi. (Bununla ilgili ayrıca yazacağım). Kendisi, birbirinden farklı her kadını o kadar iyi özümsemiş ve anlamış ki; bir kombin gördüğünüzde hangi karakterin olduğunu çok rahat anlarsınız. Carrie eklektik bir tarza sahipken, Samantha cüretkar, Charlotte postmodern muhafazakar, Mirranda dominant bir tarza sahip.
 
Dizinin en unutulumazları da Manolo Blahnik ayakkabıları. Markanın yükselmesine sebep olan en önemli unsurlardan biri, SATC The Movie’nin sonunda Mr. Big’in Carrie’ye evlenme teklifi ettiği Manolo’lar 2 saat içinde tüm Amerikada tükenmişti.
 

Dizide o kadar çok kült olmuş detay var kı hepsinden bahsetmek istiyorum ama yazı git gide uzadı, ne yapacağımı bilemedim. Ama en son meşhur Cosmopolitan kokteylinden bahsedicem. Dört kadının elinden asla ve asla düşürmedikler yegane kokteyl bu; hatta Almanya’da filmin galası olmuştu nacizane Erasmus kasabamda, öyle ünlü falan gelmedi ama filme girmeden evvel ufak kadehlerde gelenlere Cosmopolitan dağıtmışlardı. O gün verilen kitapçığı da hala saklarım.

Velhasıl bayanlar, seyretmenizi ısrarla tavsiye ediyorum. Benim gibi tutkunu olacaksınız.


Kitap;
Candace Bushnell  Sex and The City :     10.99 TL    The Carrie Diaries:              14.51 TL

Film;
Michael Patrick King  Sex And The City II               DVD:                       8.99 TL              Blu Ray:                   17.99 TL

Dizi; Sezon 2,3,4, DVD :        26.99 TL Sezon 6 DVD :          53.99 TL 
                *Diğer sezonları online bulamadım.

 Müzik CD;                                                               16.49 TL
*Fiyatlar D&R Online Fiyatıdır, alternatif bulunabilir.


4 Kasım 2013 Pazartesi

Flormar’ın Yükselişi


Hepiniz farketmeye başlamışınızdır; artık Flormar sadece bir oje markası değil, ciddi ama erişilebilir bir makyaj markası olma yolunda.

Piyasadaki en büyük güzellik markalarından yaptığı yönetici transferleriyle bu işi ne kadar ciddiye aldığını, kendisinin bir oje markası olarak kalmak istemediğinin büyük ve önemli adımları. Artık hemen hemen heryerde Flormar Corner, ve yavaş yavaş da Flormar mağaza görmeye başladık. Dünya çapında yarışa dahil olmak istediğini ilk mağazasını Güney Amerika’da Peru’da açarak gösterdi. Güzellik, moda, bakım dergilerinde dünyaca ünlü lüks markalar ile birlikte Flormar’ın makyaj ürünlerine de referans verilmeye başlandı.

Artık hiç kimse belli bir markaya takılı kalmıyor, yani MAC’ten alışveriş yapan Flormar’da kullanıyor. Çünkü tüketim alışkanlıkları artık buna yöneliyor; güzellik, moda guruları 5 TL’lik pazardan aldıkları bir tshirt ile Prada çantayı kombinlemekte bir beis görmüyor; bu tüketim alışkanlığı da makyaj alışverişlerinide etkilemeye başladı.

Youtube makyaj guruları nasıl ki Georgio Armani Fondöten ile NYX veya Wet’n Wild far, parlatıcı kullanıyor ise; pek ala Türkiye’de de Dior ile Flormar kullanılabilir. Devir ekonomi devri; neden tüm tasarımcılar erişilebilir markalarda alınabilir tasarımlar yapıyorlar dersiniz?( H&M – Maison Martin Margiela)

Ayrıca, dikkat ederseniz güzellik dünyasında savaş açılan çoğu kimyasal ürün yavaş yavaş kozmetik ürünlerinden çekilmeye başlandı. Flormar’da buna uygun ürünler üretmeye başladı.
 
Çeşitliliğini arttırarak kendi kompakt makyaj serileri çıkarmaya başladı; ojedeki renk yelpazesine diyecek yok ama makyajda da renk yelpazesi genişliyor; Passionate Dots Serisi, Wild Serisi gibi.

Makyaj ile ilgilenen biriyseniz size tavsiyem internet sitesine girip yada bir corner’ına gidip sunmuş oldukları ürün çeşitliliğine bir göz atmanız; çeşitliliğin ve bu meyanda kalitenin de erşilebilir fiyat segmentinde alınabileceğini göreceksiniz.

http://www.flormar.com/Turkce/default.asp

Makyaj Temizleme Rutinim


Tüm gün yüzümüzde kalan makyajı çıkarmak boynumuzun borcu. Gerçi, ne kadar ‘asla ve asla’ makyajla yatmayın desek de hepimiz bazen ister istemez kaytarıyoruz.
Çoğu zaman eve gelir gelmez makyajımı çıkarıyorum; dışarı çıkacak olsam bile yeniden makyaj yaparım; ama buna bile fırstaım yoksa makyaj temizleme mendili ile gözlerim hariç yüzümü temizler, en azından fondöten ve pudramı mutlaka yenilerim.

Yatmadan evvel sırasıyla uyguladığım bakım rutinim, kullandığım ürünler;

1.       Makyaj temizleme mendili; eve girer girmez elime ilk aldığım şey olduğunu söyleyebilirim. Önce makyajın artığını mendil ile temizler sonrasında diğer ürünlerle makyajı yüzümden arındırırım. Watson’s da satılan Beauty Formulas Makyaj Temizleme Mendili veya Nivea Beauty Makyaj Temizleme Mendili’ni kullanıyorum. Bana kalırsa hepsi aynı işlevi görüyor, o yüzden çok pahalı bir ürün olmasına gerek yok; paraben ve alkol içermiyorsa hepsi müpahtır. ( sırasıyla 5 TL ve 9 TL)

2.       Neutrogena Visibly Clear yüz temizleme jeli ve yüz temizleme süngeri ile yüzümü güzelce yıkarım. Yüzüm hemen kızardığı için yüzümü çok hırpalamam. ( 11 TL)

3.       Bioderma makyaj temizleme losyonu ile yüzümü ve gözlerimi temizlerim. Bu ürüne taptığım gerçeğini söylemeden edemiycem. Neredeyse bir tek oje çıkarmıyor. Ben temizleme ürünlerinde göze ayrı, yüze ayrı, yok dudağa ayrı sevmem. Benim için tek bir ürün yukarıdaki saydığım tüm şeyleri yapabilmeli; ve bu da böyle bir ürün. 1 ve 2. Adımı atlayıp doğrudan Bioderma ile tüm makyajınızı çıkarabilirsiniz. Nitekim, canım hiç birisini yapmak istemiyorsa Bioderma ile makyaj olayını noktalarım. Tüm moda showlarında en çok kullanılan üründür kendisi, çok iyi referansları var. Kesinlikle tavsiye ederim. Ve tek bir damlası, şaka yapmıyorum işinizi görür, ne varki ben biraz bol kullanıyorum L ( Eczanelerde 60 TL)

4.       Loreal Günlük bakım Kremi ile de yüzümü nemlendiriyorum. Bazıları 3. Adımdam sonra tonik, gül suyu vb. kullanıyor ancak ben tercih etmiyorum, edenlere de mani olmuyorum. ( 25 TL)

5.       Neutrogena dudak nemlendircisini de kullanıp cumburlop yatağaaa… ( 10 TL)

Şimdi tek tek böyle yazınca uzun geliyor; ama yoğun makaj yapıyorsanız ( burda kastım fondöten, pudra, yoğun maskara vb) ve uzun saatler yüzümüzde kalıyorsa iyi bir temizlik şart. Aslında, günün tozunu, dumanını yüzümüzden atmak için bile gerekli. Bazılarımız tonik, gül suyu, maden suyu gibi dinlendirici tonikler de kullanıyor; elinizde mevcut ise kullanabilirsiniz, ama ben tercih etmiyorum, yazın belki sprey başlığı olan şişeye maden suyu ile suyu karıştırıp, bir fıs atarım.

Tüm bunları takip etmek zorunda değilsiniz, önemli olan kendi cilt tipinize uygun temizleme yöntemini keşfetmeniz.

1 Kasım 2013 Cuma

“Benim Dünyam” Sinema


Uğur Yücel filmin galasında Babam ve Oğlum’dan çok ağlayacaksınız demişti. Ben de dünyanın en sulu insanlarından biri olarak önce çok gidesim gelmedi; zaten moralim hemen bozulur herşeye, kafaya takarım, ne diye bir de bunu dert edeyim diye düşündüm.
Ama gittim.



Beklediğim kadar sarsmadı beni açıkçası, elbette ağladım ama. ( Şeker Kız Candy’de ağlayan insanım ben)

Filmin konusu, kurgusunu ben çok beğendim. Durağan bir film, yavaş yavaş seyri yükseltip düşmüyor, yada o yükseklikte devam etmiyor. Aynı çizgide ilerliyor, ama akışta bana kalırsa bu durum seyirciyi rahatsız etmiyor. ( Yumurta, Üç Maymun’dan sonra Türk toplumu buna alıştı bana kalırsa)
Filmin konusu insanı bir yandan rahatsız ediyor, çünkü kimse engelli birisine bu kadar gözlerini dikip bakmıyor toplumda, yüzleşmiyor; ama burda yüzleşiyorsun, bu anlamda güzel. Bir yandan da bir vicdan meselesi, şükrediyorsun haline.  En sonrasında da bu hayatta yapamayacağım hiç bir şey yok güdüsüyle salonu terkediyorsun, gözü yaşlı.

Beren Saat bence inanılmaz güzel oynamış; kendisini Intıkam ve Aşk- ı Memnu’da çok beğenmedim, beğenmiyorum ama kızın sinemada başka bir olayı var, bence sadece sinema filmi yapmalı, dizilerde oynayamıyor( hele Intıkam’da). Beren Saat rolü için çok çalışmış belli, o hissi mükkemmel geçirmiş bana kalırsa; Altın Portakal’a aday olabilir bu performansı ile. Film sonrasında Beren Saat, Kelebeğin Rüyası’ndaki Kıvanç Tatlıtuğu’yu andırdı, bilmiyorum neden karakter benzetmesi değil, rolü hayata geçirmelerini çok ortak buldum.

Bir de olayın gerçek bir hikaye olması işin cabası. Insanı etkiliyor bu mücadele.

Gidilmesini tavsiye ederim; ama evde de izlenebilir. Bazı filmler sinemada seyredilir ya bana kalırsa bu onlardan biri değil, o yüzden iki alternatifi de değerlendirin.

** Sinema eleştirmeni değilim, niyetinde de değilim; bir seyirci olarak fikirlerimi yazdım.

Kitap Okumak Bir Lüks


Hepimizin malumu kitap okumak kitap fiyatları yüzünden bu ülkede neredeyse lüks. Türk klasikleri ve Dünya klasikleri haricinde uygun fiyatta kitap bulmak neredeyse imkansız. ( Bu arada bu uygunlukta olan klasiklerin çoğu da kısaltılmış versiyonlar. Başka bir deyişle romanın aslı gibi değil. )

Böyle olunca da kitap tabi okunmaz. Misal, online alışveriş fiyatı raf fiyatına göre neredeyse %50 daha ucuz kitaplar; neden çünkü mağaza kirası, çalışanların maaşı vb. her maliyet kitap üzerine dahil ediliyor. Ayrıca, online fiyatı da ucuz değil zaten; raf fiyatına göre ucuz. Örnek; Hakan Günday kitabı rafta 27 TL, online 20 TL. Fakat dar gelirli bir aile için 20 TL kitaba vermek lüks. Eee okumak isteyen insan da kütüphaneye gitsin canım dersiniz, demesi kolay tabi. Velhasıl, diğeyeceğim o ki; elbette kütüphaneden alsın, arkadaşından alsın, ama ülkemizde kitap okumak pahalı bir hobi.

Ben kitap alıp saklamak; kutuphane yapma çabası olanlardanım; ve ödünç kitap almıyorum. Nitekim, cocuklarıma, torunlarıma kutuphanem hatıra olarak kalsın isterim. Annemin, teyzemin zamanında aldığı  Rus Edebiyatının kült romanlarını biz ilk basımlarından okuduk, evimizdeki Çalıkuşu romanının sayfaları saman kağıdı, o kadar eski ki. Karamazov Kardeşler külçe kadar. Şimdi ben bu hatıraları neden benden sonrakilerinden esirgeyeyim. O yüzden kitap fiyatları ile  derdim büyük.
Bir televizyon programında korsan kitap konusu ile ilgili bir konuşma geçti; ismini hatırlayamadığım kişi gazeteciydi yanılmıyorsam,  ve bir kitabın tüm telif hakları, basım masrafları ile birlikte taş çatlasın 7 – 8 TL ye mal olduğunu söyledi. Ve düşünün ki; korsan 5 TL ye sattığı kitaptan yine kar ediyor ( ki sadece basım, matbaa masrafı var). Burda korsanı savunduğum gibi bir izlenim katiyen çıkmasın; ama söylemek istediğim 5 TL’ye satılan kitapta kar varken, hadi üzerine telif haklarını da koyalım en fazla kitap ne kadar olmalı ?

Bildiğiniz gibi şimdi e – kitap var, bilgisayara, telefonunuza indirip okuyabiliyorsunuz, peki sizce e- kitap ne kadar? Kitabın fiyatından sadece %20 daha ucuz. Eee normal kitap fiyatından ne farkı kaldı, hadi diğerinde basım masrafım var, online kitap mantığında tüm olay zaten masrafı azaltıp kitabı satabilmek. Ama bizim ülkemizde bu da ucuz değil; yurtdışında korsanla savaşmak için e- kitap; e – muzik vb. bizde yine işe yaramadı.



Kimse kusura bakmasın ama bu kitap fiyatları ile kitap alışkanlığını kimseye kazandıramazsınız. Daha çok tartışadurursunuz kitap okumak sadece özgeçmişlerde bir hobiden ibaret diye.

Hakan Günday'ın Yeni Romanı DAHA


Hakan Günday’ın yeni kitabı nihayet çıktı;  “DAHA”. Hemen online gittim aldım, heyecanla gelmesini bekliyorum. Eminim yine HG’ın karanlık romanlarından birisi gibi olacak bu kitap; nitekim arka kapaktaki ifadeler kitabın bir HG klasiği olduğunu belli ediyor.
 

“Siz bu cümleyi okurken, bir yerlerde insanlar, ülkelerindeki savaş, açlık ve yoksulluktan kaçmak için sonu zifiri bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Ancak bu hikâye o kaçak göçmenlerle değil, onları kaçıranlardan biriyle ilgili. Adı Gazâ. Babası bir insan kaçakçısı, Gazâ da onun çırağı. Henüz 9 yaşında. Yani, hayata ve insana dair, öğrenmemesi gereken ne varsa, hepsini öğrenecek yaşta.”

 HG’ın kitapları ne kadar da karanlık, iç karartıcı, depresif de olsa hikayeler insaları bir şekilde kendisine çekiyor, okumaktan kendinizi alamıyorsunuz. Bir HG kitabı okursanız, geri kalan tüm romanlarını da okumak isteyebilir, yeni çıkanı bebek bekler gibi beklersiniz. HG’ın tarzı herkese uymayabilir; saydığım sebeplerde dolayı; adam aşkı bile klasik aşk romantizmden uzak anlatıyor; aşkı, aşık olmayı bile bildiğimiz duygularla okumuyor, içimiz ezile, kıyıla, sarsıla okuyoruz.

DAHA’nın fiyatı;
D&R Online 20.75; D&R Raf: 27 TL
Idefix :20.25 TL
N11.com : 19 TL
Kitap Yurdu: 21.60 TL

Bu ülke Hakan Günday gibi standartları yıkan bir yazar çıkardığı için çok mutluyum, yeri gelmişken bunu söyler; ve vakur bekleyişime devam ederim.